23 Mayıs 2012 Çarşamba

Hayal Defteri


Evet “Hayal Defteri” hepimizin yapması gereken bir şey.
 Ben bu kadar önemli bir şey olduğunu hiç bilmiyordum bile. Hep duyuyordum” hayal defterim var, hayaller yazılı olmalı, onlara bakmalısın, gözünün önünde canlı olarak görüp okumalısın” laflarını ama kulak arkası ediyordum.
Sonradan sevgili Berrin Hanım ile çalışmaya başlayınca ve onun hayal defterini görünceye kadar. O kadar coşku ve keyifle anlatıyordu ki hayallerini. Aynı zamanda yine bir arkadaşımın “hayal panosu” olduğunu öğrendim o aralar. Pek bir hoşuma gitti
Ben eskiden hayal kurmayı bile beceremeyen biriydim. Nasıl hayal defteri yapacaktım. Benim hayalim neydi??? Hepimizin bildiği gibi ne yazık ki Türkiyemizde aileler hayal kurmak ile hayalciliği birbirine karıştırıyor. Öyle olmasalar bile çocuklarına hayal kurmayı öğretmiyorlar. Her gerçekleşen şeyi önce düşünmemiz ve kafamızda kurgulamamamız gerektiğini söylemiyorlar bize biz büyürken. Aslında onlarda bilmiyorlar bunu, bize nasıl söylesinler. Onlar da öyle yetişmiş!
Şimdi bir hayal defterim var ve de hayallerimi destekleyen fotoğraflarım. Laptopumun masa üstünde de mozaik halinde dünyada görmeyi en çok istediğim yerlerin fotolarından bir seçki. Bence sizlerde yapmalısınız.
Sizin hayalleriniz ne?? Unutmayın dünyada her gerçekleşen şey önce bir hayalden ibaretti!
Herkese bütün hayallerinin gerçekleştiği, çok mutlu günler diliyorum!

Mutlu İşler


10-11 mart tarihinde Antalya’da oldukça “pozitif” olan birçok insanın olduğu olduğu bir seminerdeydim.
O her zaman görmeye alışık olduğumuz insan tiplerinden eser yoktu. Herkes canlı, umutlu, pozitifti. Bol kahkahalı bir hafta sonuydu. Hem işimizin gerektirdiği eğitimleri ve vizyonu aldık hem de çok eğlendik.
Hem havanın hem insanların güzelliği kendimi çok iyi hissettirdi.  Normal hayat koşuşturmacası içinde sürüklenen mutsuz insanlarla değil de böylesine pozitif, esprili, saygılı ve hep gülen insanlarla çalıştığım için çok şanslıyım.
Kendi hayatlarını değiştirirken beraber çalıştığı insanların da hayatını değiştirip onlara bir değer sunan insanlarla olmak sizin hayata bakışınızı da değiştiriyor.
En güzeli de bu seminerin bir benzeri 7-8 Temmuz tarihinde Ankara’da olacak, yine hep beraber yine çok güzel iki gün geçireceğiz. Bu sefer geçen seminere çok istemesine rağmen katılamayan bir arkadaşım da gelecek. O yüzden çok daha güzel geçecek bu seferki!!
Herkese  sevdikleri insanlarla çevrili  işler ve mutlu günler diliyorum!!!

16 Mayıs 2012 Çarşamba

3 Aptal




 Birkaç gece önce tesadüfen bir filmle karşılaştım. Film 2009 yapımı bir Hint filmi.
Klasik olan hep dalga geçip güldüğümüz Hint filmlerinden değil. Bunun içinde de hep alışık olduğumuz dans sahnelerinden var elbette. Ama her şey o kadar güzel kurgulanmış ki 160 dakika sürmesine rağmen bir an bile sıkılmıyorsunuz.
Filmimizin adı “3İdiots”, “3 aptal” diye çevrilmiş doğru da bir çeviri olmuş:)). Konusuna gelince Hindistan'ın en iyi mühendislik okuluna başlayan öğrencilerin hayatını anlatıyor özet olarak. Sistemin daima yarış üzerine kurulu olduğu, herkesin en iyi olmaya çabaladığı bir okulda sistemi değiştirmeye çalışan bir öğrenci ve onun en yakın 2 arkadaşı. Başlarından geçenler, hayattan aslında ne istedikleri.
Ana karakterimiz “Ranço” o çok köklü mühendislik okuluna bir bomba edasıyla düşüyor adeta.en yakın arkadaşlarının olmak üzere filmdeki karakterlerin hayatını olumlu anlamda değiştiriyor.  Önce anlattığım filmdeki gibi bütün ayrıntılarını anlatmak istemiyorum bu sefer. Kendiniz izleyin ve değerlendirin bence!
Kısacası;  hayatta gerçekten istediğiniz nedir?  ve siz istediğiniz hayatı mı yaşıyorsunuz yoksa olması gerekeni mi, ya da sizden beklenileni mi? Hayatta ki en önemli şey kazanılan ünvanlar mıdır? Yoksa öğrenmenin kendisi, yaşamanın heyecanı, bilmenin fark etmenin farklı düşünmenin büyüsü müdür?
Peki siz genel geçer kuralların ve sizden beklenilenlerin peşinde misiniz? Yoksa insanların gittiği yoldan gitmeyip fark yaratanlardan mısınız??

14 Mayıs 2012 Pazartesi

İçimizdeki Savaşçı



Geçen yıl izlediğim bir film geldi aklıma!!
İsmi “ Peaceful warrior” ( içimizdeki savaşçı).
Modern hayatı doyasıya yaşayan ve hırslı bir sporcu olan genç üniversite öğrencisi, olimpiyatlara çok az bir zaman kala geçirdiği trafik kazasıyla, ayağını yaralayarak olimpiyattan elenirse ve tam da bu günlerde bilge bir oto tamircisiyle dostluk kurarsa ne olur? Neler olmaz ki?
Gelelim filme;Dan Millman’ ın hayatından yola çıkarak yazdığı, çok ses getiren “ way of the peaceful warrior” romanından uyarlanmış.
 
Film çok etkileyici bir sahneyle açılıyor. Kahramanımızı yarışmada performansını sergilerken görüyoruz. Halka da son saltosunu atıp yere indikten sonra  sağ bacağı bir sürü parçaya bölünüyor ve acıyla yere düşüyor, sağ bacağının yarısı kopuyor ve uzaktan bir temizlik görevlisi elinde süpürgeyle bu parçaları süpürmeye başlıyor. Yakışıklı sporcumuz ayağa kalkmaya çalışırken yatağa düşüyor ve ter içinde uyanıyor. Bu rüya bize bir insanın başarısız olma korkusunun bilinçaltındaki yansımasını gösteriyor.
Okul dışındaki tüm zamanlarını olimpiyatlara çalışarak geçiren ama bu yoğun tempoyla beraber serseri hayatından, barda vakit öldüren arkadaşlarından, kondisyonuna zarar veren içki, sigara ve seks gibi alışkanlıklarından asla vazgeçemeyen Dan, yarışmaya çok az bir zaman kala geçirdiği bir trafik kazasından sonra bacağında bir metal parçasıyla yaşamak zorunda kalıyor. Durumu öğrenen olimpiyat heyeti, Dan’i, yarışmadan eliyor. Ve bu kararla birlikte Dan sadece bacağından değil ruhundan da yaralanmış oluyor. Tabi bu kadar dibe vuran hırslı gencimiz elbette ki bir mentora ihtiyaç duyuyor. Socrates adını verdiği bilge oto tamircisiyle Dan’in dostluğu da işte böyle bir zamanda başlıyor.
Karakterimiz böylece ”socrates” ın da yardımıyla bir arınma dönemine giriyor. çok şey bildiğini zanneden Dan’e Sokrates ın yanıtı çok açıklayıcı oluyor:
Socrates: Bildiğinden daha çok düşünüyorsun. Bilgiyle bilgelik aynı şey değildir.
Dan: arasında ne fark vardır?
Socrates: cam silmeyi bilirsin değil mi? Bilgelik onu yapmaktır.
Dedikten sonra eline cam silme lastiğini atar ve Dan için “ cilala, parlat” dönemi başlamış olur.
Hayatını olimpiyatlardan altın madalya almak üzerine kurmuş olan ve bu yüzden kabuslar gören, “mutlu” olamayan Dan süreçten keyif alması gerektiğini, insanlara yardım etmenin ne demek olduğunu, etrafında kendisinden ,olimpiyat madalyasından daha başka bir dünya olduğunu keşfetmeye başlar.Araba tamir ederek, ön camları silerek tasavvufi bir arınma ,kendi içindeki sesi keşfetme sürecine girer.

Socrates basit bir tamirci gibi görünüyor ama göründüğü kadar da basit değil. Çünkü o işinin keyfiyetini değil insanlara hizmet edişini önemsiyor. Böylece Dan ve Socrates’ ın dostluğundan başarıya giden kapıya bir yol aralanıyor. Dan, bu kapıdan girmek için çalışırken öyle bir aşkın bir ruh haline giriyor ki artık kapı/başarı/ödül onun gözünde tüm değerini kaybediyor. Her şeyden vazgeçip kendini insanlığın hizmetine adamak istediği noktada Socrates, Dan’e, asıl insanlığa hizmetin yaralı bacağına rağmen sağlıklı ruhuyla işini yani sporculuğu yapması olduğunu anlatıyor. Ve Dan kendinden öte çevresine de faydalı olma bilgeliğini kavradığında gerçekten olgun , aşmış bir insan özelliğini taşıyor. Bu da kendisine başarıyı yani altın ödülü getiriyor.
Başarısız olma korkusunun ardından geçirdiği trafik kazası Dan’in başarıya giden bu yolculukta önemli olanın başarıya giden yolda geçirdiği anlar ve kazanımlar olduğunu deneyimliyor.
Evet  üzerine bu kadar konuştuğumuz ve yazdığımız tüm bu hikaye/yolculuk sadece 2 saat içinde olup bitiyor. Ve 2 saatin sonunda insan ömrünü-kendi çöplüğünü- sorgulamadan edemiyor.
İnsan; beynini, yeteneğini, bilgeliğini keşfedebilen bir savaşçı olmalı doktrinini aklına sokuyor.
Hayatın cilvesi herhalde! Bende bu filmle tanıştığımda bir trafik kazası geçirmiştim omurgamda kırık oluştuğu için en az 6 hafta yatmam gerekiyordu. Çok sevdiğim bir arkadaşım da bana filmler getirmişti izlemem için, içlerinden biri bu filmdi. Filmi izledikten sonraki coşkumu anlatamam!!!  İnsanın isterse her şeyi yapabileceğine enerjisini ve umutlarını düşürmemesi gerektiğine dair  inancımı arttırmıştı!!

Herkese hayallerinin peşinden koşup onu yakalayacakları günler diliyorumJ

Pozitif Günler



 İnsan yapısı olarak mıdır , yoksa bizim halkımıza özgü bir durum mudur bilmiyorum, etrafımızdaki insanlar genellikle karamsar yapılı, bıkkın, isteksiz… ne kendileri için ne de -varsa- çocukları için bir umutları yok!!!
Bu durumla ilgili duyduğum ve çok sevdiğim bir cümle var:
“ doğum 1974, ölüm 1994, gömülüş 2044”
Herkes vaktinden önce ölmüş; yoldaki, otobüs deki, metro daki yalnız ve gri insanlar bana bu cümleyi hatırlatıyor
Geçen bulunduğum bir arkadaş grubunda bu yukarıda yazdıklarımı gün yüzüne çıkaran bir diyalog geçti. Benden başka bu konuşmanın ne kadar acı verici olduğunu fark eden var mıydı bilmiyorum ama o günden beri hep o anı düşünüyorum. Şöyle ki:
Uzun süredir görüşmemiş olan iki arkadaştan erkek olan kadın olana:
“nasılsın, nasıl gidiyor, var mı bir değişiklik?” der
Cevap : “ en son görüştüğümüzden beri her şey aynı ne biliyorsan o” der karşı tarafta!
Bu cevap bana çok acı geldi, o cümleleri söyleyen ses deki bıkkınlığı ve boş vermişliği duymanız gerekirdi.  Bunun başka bir versiyonu  da “ n’olsun işte yuvarlanıp gidiyoruz”. Dikkat edin hayatında hedefi olmayan insanların kurduğu cümleler bunlar!
Hafta içi işe gidip hafta sonu öğlene kadar uyuyup, yine aynı ruh hali içinde haftaya başlayan insanların kısır döngüsü bu işte!!! Ama böyle hissedip yaşamak zorunda değiliz.
Peki insanlar hayatlarında neden hedef koymazlar?
Hayata karşı bir ciddiyetleri yoktur. Belki hayatlarının sorumluluğunu üstlenecek durumda değillerdir.
Derinlerde hissedilen suçluluk ve değersizlik duyguları içinde boğuşuyorlardır. Ya da nasıl yapacaklarını bilmiyorlardır.
Bir karar verip farklı seçimler yapabiliriz. Bu çok kolay bir durum değil çünkü hayatınızda fark yaratıp, kısır döngünüzün içinden sıyrılıp, kendiniz ve aileniz için farklı bir şeyler isteme süreci sancılı bir süreçtir. Çünkü değişmeyi gerektirir. Değişme kararı çok ciddi bir karardır ve gerçekten değişmek için adım atabilen bu konuda güçlü olabilen insanlar bir fark yaratabilirler.
Yoksa etrafınızdaki insanlara sorsanız herkes  şikayet ediyor ve hayatları değişir diye “umut” ediyorlar.
Sadece umut etmek yetmez, değişime var mısınız? .....